180 gün ömrünüz kaldığı yüzünüze söylense, bir anda, çat diye, ne hissederdiniz?
Bazen düşünüyorum da, ne zaman öleceğimizi bilmediğimiz bu hayatta kısa bir süre sonra öleceğimizi bilme düşüncesi bile nasıl canımızı yakıyor? Çünkü hiçbir zaman yakın hissetmeyiz kendimizi ölüme. Her ne kadar "ölümden korkmayanlarımız" olsa bile...
Dida Ablayı ilk kez "Olala Magazin" dergisinin ofisinde tanıdım. O ay bir röportaj yapacaktık. Çok sevdiğim Gamze Alpar'ın yakın arkadaşı idi. Derin sohbetlerinin arasına daldım, mesai bitimi filan hak getire gece yarısını buldu o sohbetin içerisinden sıyrılabilmem. O sırada haberim yoktu, başına gelenlerden.
Dergi ozaliti geldiğinde röportajı okurken öğrendim tüm yaşadıklarını. Hatta hala yaşıyor olduklarını... Gamze Alpar'ın yanına gidip bunun aynı kişi olup olmadığını sordum. Olamazdı çünkü, benim o gördüğüm, sohbet ettiğim o kadın 180 gün ömrü kaldığını biliyor olamazdı. Değildi de zaten. 180 günü geçmişti. Başarmıştı. İnanmıştı.
Diğer merak ettiğim tüm detayları ona hiçbir zaman soramadım. Sadece hayata karşı duruşunu hayran hayran hep izledim, hep dinledim, takip ettim onu.
Şimdi o süreci yazmış. Heyecanı dorukta. Hayatta kendisine mutlu olabileceği imkanları sürekli yaratan "o" kadın, merak ettiğim tüm cevapları vermiş kitabında. Üzerine bir de kişisel gelişimin bu sürece etkisini, bakış açısını nasıl değiştirdiğini, bilinç altımızın bize bu süreçte nasıl oyunlar oynadığını bile çözmüş de yazmış bizler için.
Ağlayarak, gülümseyerek, umut dolarak, bir kez daha hayran olarak okudum.
Seni tanımış olmak ne büyük şans Dida Ablam! Kalbinin bu dünyaya bulaşması dileğiyle...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder